Bazen kendimizi çaresiz hissederiz. Kapana kısılmış gibi bir duyguya kapılırız.Bir çıkış yolu bulamayız. Sanki elimiz kolumuz bağlanmıştır. Ne yapsak boşuna diye düşünürüz. Yüreğimiz sıkışır, nefesimiz kesilir. Geriye dönmek isteriz dönemeyiz, ilerlemek isteriz olmaz. İki arada bir derede kalmış bir ruh haliyle oradan oraya atarız kendimizi.
Halbuki çare içimizdedir. İçimize bakmayı hiç akıl etmeyiz. O anki ruh halinden biraz sıyrılıp daha dingin düşünmeye başladığımızda aslında bir çıkış yolumuz olduğunu görürüz. Ya da çaresizlik hissettiğimiz durumun aslında hiç de o kadar kötü olmadığının farkına da varabiliriz.
Yaşadığımız sıkıntılar, yılların verdiği birikimler bizi bu hale getirmiştir. Hayatın iniş çıkışlı yollarında rahatça yürümek her zaman mümkün olmaz ve olmayacaktır da. Üstelik rahat elde edilen hiçbir şeyin anlamı da olmaz. Düşünelim bir kere, çalışıp didinerek, alın teri dökerek kazandığınız parayı harcarken mi daha dikkatli oluruz yoksa ailenin malvarlığı ile bankamıza yatan parayı harcarken mi dikkatli davranırız? Elbette ilkinde emek olduğu için kıymetlidir. Diğerinde ise mücadele yoktur, hazır önümüze gelmiştir.
Hayat mücadelesindeki diğer konularda böyle değil mi? Emek vermeden, mücadele etmeden bir şey elde etmenin ne anlamı var? Bu mücadelemiz sırasında elbette bunalacağız, çaresizlik hissedeceğiz, belki hayattan umudumuz kesilecek bazı anlarda. Ama bunların hepsi bizim beynimizde olan şeyler.
Hayat kötülüklerinin yanında güzellikleri ve fırsatları da için de barındırıyor. Yeter ki ondan istemeyi bilelim. Yeter ki kendimize güvenelim ve içimizde ki umut ışığını, azmimizi yok etmeyelim. ‘’Ne ekersen onu biçersin’’ demiş atalarımız. Biz de umut ekelim, mücadele ekelim, dostluk ekelim, sevgi ekelim….Ekelim ki geleceğimiz mutlu, sevgi dolu ve yaşanır olsun.
Yıllar önce okuduğum bir kitaptan öğrendiğim bir yöntemi size anlatmak istiyorum. Diyelim ki iş yerinde sizi mutsuz eden bir olay var, her şey üstünüze üstünüze geliyor ya da moralinizi çok bozan başka bir olay varlığında kendinizi çaresiz hissettiniz. Kendinizi koltuğa umutsuzca bıraktınız. Omuzlarınızda tonlarca yük var gibi hissediyorsunuz. İşte tam bu anda, koltukta dik duruma geçin, derin nefes alıp vermeye başlayın. Ve geçmişte sizi mutlu eden bir olayı ya da gelecekte olmasını istediğiniz bir hayalinizi düşünün. Göreceksiniz ki kısa sürede kendinizi daha mutlu hissedeceksiniz. Hatta gülümsediğinizi fark edeceksiniz.
Ben bunu uyguladım hem kendim de hem de hastalarımda. Ne zaman kendimi mutsuz hissetsem, bulunduğum yerde dik konuma geçtim, derin derin nefesler aldım. Güzel hayaller kurdum. Morali bozuk olan hastalarımla beraber hayaller kurduk, tekrar umut dolu olmaları için geleceğe bir çengel attık. Farkettim ki bu yöntem çok işe yarıyor. Hayaller kurdukça, içinde bulunduğum o karamsar ortamdan çıkıp, daha umut dolu bir ruh haline geçiyordum her seferinde. Şaşırarak fark ettim ki hayal kurarken gülümsüyordum da.
Aslında o anda hiçbir olay değişmemişti, yaşadığım hiçbir sıkıntı çözülmemişti. Ama benim olaylara bakış açım değişmiş, olayları değerlendirme yeteneğim pozitif yönde gelişmişti. Negatif durumdan pozitif duruma geçerek, bakış açımı değiştirmiştim. Her şey bize bağlı… Umutlu olmakta, mutlu olmakta… Karar bizim…
‘’Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?’’ Epictetus
AVUCUNUZDAKİ KELEBEK
(Bu haftaki hikayemiz Çok Değerli Hocam Sayın Doç. Dr. Cevdet Kılıç’ın hazırladığı Bilgelik Hikayeleri isimli kitaptan. Hocamın kitaplarındaki hikayelere ,makalelerimde sık sık yer veriyorum. Çünkü kitap birbirinden güzel, bilgeliklerle dolu ve kişinin ruhsal ve fikri gelişmesinde oldukça katkıda bulunabilecek türden hikayelerle dolu. Benim başucu kitabım oldu bir süredir. Gelişimime çok katkıda bulunduğu için köşe yazarlığına başladığımda ilk aklıma gelen şey, makalelerime bu yararlı hikayeleri eklemek düşüncesi oldu. Kitabın yeni basılacak son şeklini de kitap raflarında görmeyi dört gözle bekliyorum.Umuyorum ki siz değerli okurlarımda hikayeleri beğenerek okuyorsunuzdur.)
Zamanın birinde çok akıllı iki kardeş yaşarmış. Etrafındaki ve okuldaki bilgiler kendilerine yetmediğinden annesi onları bulundukları beldenin bilge adamına götürmüş.
Kardeşler bilge adama pek çok sorular sormuşlar ve her defasında kendilerinin tatmin olduğu cevaplar almışlar. Bundan çok memnun olan kardeşler bir müddet için bilgenin yanında kalıp daha çok şeyler öğrenmek için annelerinden izin istemişler ve bilge adamın yanında kalmışlar.
Bilge adama sordukları ve aldıkları cevaplara çok sevinen ve mutlu olan çocuklar bir süre sonra bu işten sıkılmaya başlamışlar. Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım diye düşünmüşler.
Kardeşlerden biri, buldum, demiş. İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım. Avucumun içinde bir kelebek var canlı mı ölü mü? Ölü derse kelebeği bırakacağım, canlı derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabını bilemeyecek!
Kelebeği ellerinde tutan kardeşlerden biri, kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış ve sormuş…
Avucumun içinde bir kelebek var canlı mı ölü mü?
Bilge uzun uzun çocuğun gözlerinin içine bakmış ve cevaplamış,
Senin Ellerinde Evladım Senin Ellerinde…
Aşkınız…
Geleceğiniz…
Gençliğiniz…
Hayatınız…
Her şeyiniz…
Huzurunuz…
Mutluluğunuz…
Sizin ellerinizde…
Her şey bizim elimizde olduğuna göre, neden hayatımızı istediğimiz gibi şekillendirmiyoruz? Bizi tutan ne? Hadi artık kurtulalım bizi tutan prangalarımızdan. Mutlu yarınlar bizleri bekliyor. Sevgiyle hoşça kalın…
Dr. Hülya ÜNAL
Aile ve Yaşam Koçu
*
|