Yine bir sınav sabahı. Gencecik bedenler ürpererek kalkacaklar yataklarından. Ve belki de hayatlarının en büyük dönemecinde kader sınavına girecekler. 27 Mart’ta binlerce genç YGS sınavı ile bu dönemeçten geçecekler.
Sınav kaygısı… Onların yüreklerinde ne derin izler bırakıyor.
Hayatı daha yeni yeni tanımaya başladıkları 6 yaşında okula başlıyorlar. Anne sıcağından ve oyunlardan uzaklaşarak. Yıllar boyu dersler, sınavlar derken yarış atları gibi oldukları hissine kapılıyorlar. Hayat şartları zor, hayat acımasız. Bu şartlar içinde kendi geleceklerini kurabilmek için eğitimi okulda yeterli alamasalar da öğrenim görmeye çabalıyorlar. Yıllar içinde OKS denilen sınav sonra SBS sınavına dönüştü. Bu sınavları atlatan çocuklar gençlik yolunda adımlarını da atmaya başlarlar. İlk gençlik heyecanları yüreklerinde farklı duyguların filizlenmesine de yol açar. Artık aşk denilen bir duygu ile tanışmaya başlarlar yavaş yavaş. Bu süreçte derslere ilgisi eskisine göre azalan genç, yeni tattığı duygunun keyfini çıkarmaya çabalar. Başında kavak yelleri esiyordur artık.
Lise süreci bitmeye yakın tekrar sınav stresi hayatındaki yerini almaya başlar. Nasıl almasın ki? Yıllarca emek vermiş. Ve bu sınavı kazanamazsa üniversite , hayallerinde kalacak sadece. Üniversite kazanamamak hayatın sonu değil elbette. Kazanamayan gençler hayatlarını bir şekilde yine yoluna koyabilme gücündeler diye düşünüyorum. Yeter ki yüreklerindeki o gücü görebilecek ışığı bulsunlar. Sonuçta üniversite sınavını kazanıp mezun olmanın da artık çok anlamlı olmadığı ortada. Binlerce üniversite mezunu işsizler ordusuna katılıyor ya da özelliklerinin ve ilgi alanlarının dışında bir işte çalışmak zorunda kalıyorlar. Sanırım bu süreçte başarının yanında şans etkeni de çok önemli günümüzde.
Yine de sınav öncesi gençlere umutsuzluk aşılamayı asla istemiyorum. Onlar yüreklerindeki başarı ateşiyle sınava girecekler. Elbette bir kısmı kazanamayacak. Ancak onlar da hayat yolunda kendilerine başka yollar bulacaklar. Geleceklerine ışık tutacaklar…
Gençler! Bu hayat sizin…Onu sizler yeşerteceksiniz… Geleceğe umutla bakarak, güvenli adımlarla yürüyün. Yarınlar sizin…Sizlerle gurur duyuyoruz… Hep beraber el ele vererek güzel yarınlara ulaşacağız. Yeter ki yılmayalım, pes etmeyelim…İçimizdeki büyük güce inanalım. Başarı ve mutluluk sizi, bizi, hepimizi bekliyor…
Sınava girecek olan hayatımın anlamı biricik oğlum Utku’ma , onun arkadaşlarına ve tüm gençlere başarılar diliyorum. İstediğiniz ve hak ettiğiniz bölümlere girebilmeniz tüm dileğim. Pırıl pırıl bir gelecek sizleri bekliyor. Geleceğinizi inşa edecek temeli atmak üzeresiniz. Başarı yolunda yolunuz açık olsun…
Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim. Geçen hafta birkaç gün Ankara’daydım. Oradayken güzel bir etkinliğe katılma şansım oldu. Bu etkinlik; ‘’Alternatif Küreselleşme ve Kadın’’ konulu paneldi. Birçok sivil toplum kuruluşu katkısı ile oluşturulan panelde Sayın Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça ve çok kıymetli eşi Ayten Yavaşça ile tanışma onuruna nail oldum. Çok mütevazi ve deyim yerindeyse yüzlerinden nur akıyordu. Çevrelerindeki kişileri pozitif elektrikle sarıp sarmalıyorlardı adeta. Panelde Sayın Ayten Yavaşça’ya ‘’Yılın Örnek Kadını’’Plaketi verildi. Kendisini kutluyorum. Sayın M. Yahya Efe’nin başkanlık yaptığı panelde, 3 değerli panelist vardı. Her biri de birbirinden değerli olan hocalarımız çok güzel konuşmalar yaptılar. İnanıyorum ki benim gibi diğer katılımcılar da panelden çok etkilenmişlerdir.
Panel sonunda dağıtılan minik sedir fideleri doğaya saygı açısından çok anlamlıydı.Ben de kendi fidemi önce bir saksıya diktim. Ve adını’’Şans’’ koydum.Biraz büyüdüğünde ise olması gerektiği gibi doğayla buluşturacağım. Yarınlarımıza umut olsun diye…
‘’Sen neye hazırsan, o da senin için hazırdır.’’ Mark Victor Hansen
Huzur İçinde Yat
(Bu haftaki hikayemiz Sayın Doç. Dr.Cevdet Kılıç’ ın hazırladığı ‘’Bilgelik Hikâyeleri’’ isimli kitaptan çok beğeneceğinizi düşündüğüm bir hikaye.)
Ahmet Bey’in dördüncü sınıf öğrencileri, geçmişte gördüğüm sınıflardan farklı değilmiş gibi görünüyorlardı. Öğrenciler beşerli sırada dizilmiş altı sırada oturuyorlardı. Öğretmen masası en önde öğrencilere bakıyordu. Panoda öğrencilerin çalışmaları asılıydı. Birçok açıdan geleneksel bir ilkokul havası hissediliyordu. Yine de sınıfa ilk girdiğimde bir şey bana farklı görünmüştü. Belirli bir heyecan söz konusuydu.
Ahmet Bey, emekliliğine sadece iki yıl kalmış, Tirebolu’da küçük bir kasaba öğretmeniydi. Ayrıca bölge çapında düzenlenmiş personel geliştirme projesine gönüllü olarak katkıda bulunuyordu. Eğitim sürecinde öğrencilerin kendilerini iyi hissetmeleri ve hayatlarının sorumluluğunu üstlenmeleri temel alınıyordu. Ahmet Bey’in işi, eğitim sürecine katılmak ve sunulan kavramları uygulamaya koymaktı. Benim işim ise, sınıf ziyaretleri yapıp, uygulamaya hız kazandırmaktı.
Arka sıralardan birine oturdum ve izlemeye koyuldum. Bütün öğrenciler bir şeyler yazıp karalıyorlardı. Benim yanımda oturan 10 yaşındaki kız öğrenci, kağıdını’’ Ben yapamam’’ cümleleriyle doldurmuştu.
‘’Futbol topunu kaleye gönderemem”
‘’Üçlü sayılarla bölme işlemi yapamam.’’
‘’Zehra’nın beni sevmesini sağlayamam.’’
Sayfanın yarısı dolmuştu ve yazmaktan bıkmışa benzemiyordu. Kararlılıkla ve ısrarla yazmaya devam ediyordu. Öğrencilerin defterlerine bakarak sıraların arasında yürümeye başladım. Hepsi de cümleler yazıyorlar ve yapamadıkları şeyleri tanımlıyorlardı.
‘’On atış üst üste yapamam.’’
‘’Sol alanda vuruş yapamam.’’
‘’Bir kurabiye ile yetinemem.’’
O anda egzersiz ben de merak uyandırdı. Öğretmene ne olup bittiğini sormaya karar verdim. Yanına yaklaşınca öğretmenin de yazmakla meşgul olduğunu gördüm. En iyisinin rahatsız etmemek olduğuna karar verdim.
‘’Tamer’in annesini zorla veliler gününe getiremem.’’
‘’Kızımdan arabaya benzin koymasını isteyemem.’’
‘’Yalçın’dan bileğini değil, kelimeleri kullanmasını isteyemem.’’
Öğretmenin ve öğrencilerin ‘’Yapabilirim’’türü olumlu cümleler kurmak yerine, neden böyle bir olumsuzluğa saplandığı düşüncesine karşı savaş verirken, oturduğum sıraya geri döndüm. Yeniden etrafımı izlemeye koyuldum. Öğrenciler bir on dakika daha yazmaya devam ettiler. Çoğu kağıtlarını doldurmuş,başka kağıda geçmişti.Ahmet Bey,’’Elinizdeki kağıdı bitirin ama başka kağıda geçmeyin’’
diye seslenerek egzersizin sonuna geldiklerini vurguladı. Öğrencilere kağıtlarını ikiye katlamalarını ve teslim etmelerini söyledi. Öğrenciler kağıtlarını öğretmen masasının üzerindeki boş ayakkabı kutusunun içine koydular. Bütün kağıtlar toplanınca Ahmet Bey, kendi kağıdını da kutuya koydu. Kutunun kapağını kapadı. Kutuyu kolunun altına aldı ve kapıdan çıkıp koridorda ilerledi. Öğrenciler öğretmenin peşinden giderken, ben de öğrencilerin peşine takıldım.
Koridorun ortasında yürüyüş tamamlandı. Ahmet Bey, güvenlik odasına girdi ve elinde bir kürekle dışarı çıktı. Bir elinde kürek, bir elinde ayakkabı kutusu, öğrenciler arkasında, bahçenin en uzak köşesine doğru yol aldılar. Ve kazmaya başladılar.
Yapamam cümleciklerini gömeceklerdi! Kazma işlemi yaklaşık on dakika sürdü çünkü bütün öğrenciler sırayla kazıyorlardı. Çukur, bir-bir buçuk metre olunca, kazma işlemi sona erdi. Yapamam cümlecikleri kutusu çukurun dibine kondu ve üzeri toprakla örtüldü.
Otuz bir tane on-on bir yaş çocuğu, yeni kazılmış çukurun başında bekleşiyorlardı. Her birinin bir metre aşağıdaki kutunun içinde en az bir sayfa süren yapamam cümlecikleri vardı. Öğretmenin de öyle.
‘’Arkadaşlar! Bugün burada ‘’Yapamamlar’’ anısına toplandık. Yeryüzünde bizimle birlikteyken bir şekilde hepimizin hayatına girdi: Kimimizinkine az, kimimizinkine çok. Adı her okulda, toplantı salonunda hatta Çankaya’da bile anıldı. ‘’ Yapamamlar’ ı sonsuz uykusuna göndermeye karar verdik. Erkek ve kız kardeşleri’’Yapabilirim, Yapacağım ve Yapıyorum’’ hayatlarına devam ediyorlar. Onlar ‘’Yapamamlar’’kadar ünlü, güçlü ve kuvvetli değildirler. Belki bir gün sizin de yardımınızla dünyaya ayak izlerini bırakabilirler.
İnşallah, ‘’Yapamamlar’’ huzur içinde yatarlar. İnsanlar onlar olmaksızın hayatlarına devam edebilirler. Amin.’’
Bu methiyeyi dinlerken, öğrencilerin hiçbirinin bugünü unutamayacaklarını düşündüm. Bu aktivite oldukça sembolik bir anlam taşıyordu. Gerek bilinçten, gerekse bilinç dışından asla silinmeyecek bir beyin egzersizi gibiydi.
Yapamam cümlecikleri yazmak, onları gömmek ve methiye dinlemek. Bunların hepsi de öğretmenin gayretleri ile gerçekleşmişti. Methiyenin sonunda öğrencilerini etrafına topladı ve onları sınıfa götürdü.
‘’Yapamamlar’ın ebediyete intikalini keklerle, patlamış mısırlarla ve meyve sularıyla kutladılar. Kutlamaların bir parçası olarak, Ahmet Bey, kalınca bir kağıttan mezar taşı kesti. En üste, ‘’ Yapamam’ı’,en alta o günün tarihini yazdı.Kağıttan yapılmış mezar taşı o yılın anısına Ahmet Bey’in sınıfına asıldı. Nadiren de olsa öğrencilerden biri unutup,’’Yapamam’’ dediğinde Ahmet Bey, bunu gösterdi. Öğrenciler de böylece ‘’Yapamamlar’ın öldüğünü hatırlayıp, yeni cümle kurmak zorunda kaldılar.
Ahmet Bey’in öğrencilerinden biri değildim. O benim öğrencilerimden biriydi. Yine de o gün ben ondan ömür boyu unutamayacağım bir ders aldım. Şimdi yıllar geçmesine rağmen, ne zaman’’Yapamam’’ gibi bir cümle duysam, dördüncü sınıf öğrencilerinin düzenlendiği cenaze merasimi gelir aklıma. Ben de öğrenciler gibi’’ Yapamamlar’ın öldüğünü hatırlarım.
Bundan 6-7 yıl kadar önce ben ve oğlum hayali bir kuyu kazmış ve içine tüm sıkıntılarımızı, üzüntülerimizi koyup üzerini betonla örtmüştük. Hatta oğlum, kuyuya katran koyduğunu ve böylece bütün sıkıntıların birbirine karışıp çıkamayacaklarını söylemişti. O günden sonra ne zaman sıkıntı hissetsek bizi üzen şeyin kuyuda olduğunu hatırlayıp o sıkıntıdan sıyrılmayı başarmıştık. Belki sembolik bir şey ama işe yarıyor. Güzel, sağlıklı, mutlu bir hafta dileğiyle. Sevgiyle hoşçakalın…
Dr. Hülya ÜNAL
Aile ve Yaşam Koçu
|